Chapter 10: Bölüm 10 - Maskelerin Ardındaki Fısıltılar
Bölüm 10 – Maskelerin Ardındaki Fısıltılar
Ziyafetin başındaki gösterişli ihtişam, gece ilerledikçe yerini ağır bir durgunluğa bırakıyordu. Masalar, boşalmış tabaklar, yarı dolu şarap kadehleri ve artık dokunulmayan ziyafet kalıntılarıyla doluydu. Gümüş tabaklar, mum ışığında parlıyor, ama üzerlerindeki yansımalar, odadaki ağır havayı dağıtmakta yetersiz kalıyordu.
Başlangıçtaki neşeli kahkahalar ve coşkulu sohbetler yavaş yavaş solmuş, yerini düşük perdeden konuşmalar ve temkinli fısıltılar almıştı. Birbirleriyle gülümseyerek konuşan asillerin bakışlarında, stratejik hesaplamaların ve politik oyunların gölgeleri dans ediyordu. Ancak tüm bu entrikalar ve güç mücadeleleri, Jaksen'in zihninde yankı bulmuyordu.
O, bu ihtişamlı dünyanın dışındaymış gibi hissediyordu. Üzerine binen beklentilerin ağırlığı, omuzlarını adeta çökertiyordu. Kahraman. Kurtarıcı. İmparatorluğun umudu. Hepsi, ona dair söylenen kelimelerdi ama hiçbirinin tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ve eğer gerçekten bir kahramansa, neden içinde bu kadar büyük bir boşluk hissediyordu?
Derin bir nefes aldı ve etrafındaki kalabalıktan gözlerini kaçırarak, büyük balkon kapısına yöneldi.
Balkona adım attığında, gecenin serin esintisi yüzüne çarptı. İçerideki ağır, yoğun hava yerini taze ve keskin bir soğukluğa bırakmıştı. Hafif bir rüzgâr, elbisesinin kenarlarını dalgalandırırken, o an kendini iç mekânın boğucu atmosferinden kurtulmuş gibi hissetti.
Aşağıda, Helios'un altın ışıkları göz alabildiğine uzanıyordu. Sokak lambaları, meydanlarda toplanmış insan gruplarının siluetlerini ortaya çıkarıyor, şehrin canlılığı, ziyafetin dışındaki gerçek dünyayı hatırlatıyordu. Şehir, bir yıldız denizi gibi ışıl ışıldı; ancak o ışıkların altında, belki de kendisi gibi arayış içinde olan başka ruhlar da vardı.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, orada bambaşka bir manzara onu karşıladı. Kara bulutların arasında yıldızlar, sönük ama dirençli ışıklarıyla parlıyordu. Sessiz bir tanık… Gökyüzü, sanki her şeyi biliyor ama hiçbir şey söylemiyormuş gibi duruyordu.
Jaksen, korkuluğa yaslanarak derin bir nefes aldı. Ancak bu nefes, göğsündeki sıkışıklığı hafifletmeye yetmiyordu. O an, etrafındaki ihtişam, övgüler ve parlak ışıkların hiçbir anlamı kalmamıştı.
Tam düşüncelerinin içinde kaybolurken, arkasında yankılanan ayak sesleri, onu aniden bu dalgınlıktan çekip aldı.
Arkasını dönünce adımların sahiplerini tanıdı. Ogmios ve Morgana.
Sessizce, aynı gölgeler gibi süzülerek balkona çıkmışlardı.
Ogmios'un duruşu, her zamanki gibi vakur ve soğuktu; uzun cüppesi rüzgârın hafif dokunuşuyla hafifçe dalgalandı. Yüzünde hiçbir duygu izi yoktu, bakışları ise şehrin ışıklarına kilitlenmişti. Orada ne gördüğünü ya da ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı.
Morgana ise biraz daha geride durarak Jaksen'i gözlemliyordu. Ogmios'un katı, hesapçı varlığının aksine, onun gözlerinde insanı saran bir ciddiyet vardı. Fakat bu ciddiyetin ardında, bambaşka duygular gizliydi.
Gece, üçü için de farklı anlamlar taşıyordu.
"Bu gece sadece bir başlangıç, genç kahraman" dedi Ogmios, sesi alçak ama otorite doluydu. Derin, soğukkanlı bakışlarını Jaksen'e çevirdi, ardından tekrar şehre yöneldi. Aşağıda Helios'un ışıkları, gece karanlığında titreyen yıldızlar gibi parlıyordu. "Burada gördüğün herkes, senin ne kadar güçlü olduğunu bilmek istiyor. Ama sadece görmek yetmez, hissettirmelisin. Onlara gücünü göstermelisin."
Jaksen, Ogmios'un sözlerini zihninde tartarken, omzunda hafif ama sağlam bir dokunuş hissetti. Morgana ona yaklaşmış, gözlerini doğrudan onunkilere dikmişti. Duruşunda, eğitimi boyunca tanık olduğu o katı disiplin vardı, ama bu kez farklı bir şey hissediyordu… keskin ama koruyucu bir enerji.
"Kahraman olmak" dedi Morgana, sesi güçlü ve netti, "yalnızca onların güvenini kazanmakla değil, kendine olan inancınla ilgilidir. Eğer bu inancı gösteremezsen, savaşı başlamadan kaybedersin."
Jaksen, boğazındaki düğümün biraz daha sıkılaştığını hissetti. Bu insanlar ona bakıyordu, ona inanıyordu, ondan bir şeyler bekliyordu. Ama ya beklentilerini karşılayamazsa? Ya onların umutlarını boşa çıkarırsa? Ya gerçekten de kahraman değilse? İçindeki ağırlık, adeta göğsüne çöküyordu.
Ogmios, onun yüzündeki belirsizliği fark etmiş olmalıydı. Hafifçe başını eğdi, dudaklarında neredeyse acımasız bir gülümseme belirdi. "Kahramanlar, yalnızca zayıflıklarını kabul ettiklerinde güçlenirler" dedi. "Eğer kendinden emin değilsen, bunu maskeyle ört. İnsanlar ne hissettiklerine değil ne gördüklerine inanır."
Jaksen, içindeki huzursuzluğun giderek büyüdüğünü hissetti. Maskeyle örtmek mi? Bu gerçekten doğru muydu? Bir kahraman, yalnızca güçlü göründüğü sürece mi kahramandı?
Morgana, Ogmios'un sözlerine karşılık vermedi, ancak yüzündeki kasılma, onun bu düşünceye ne kadar karşı olduğunu açıkça ele veriyordu. Kaşları hafifçe çatılmıştı, parmakları istemsizce eldivenlerinin kenarını sıyırıyordu.
İçinde bastırmaya çalıştığı öfke ve huzursuzluk, zihninin derinliklerinden yükselen anılarla iyice alevlendi. O kadın… Morgana, Ogmios'un gizli laboratuvarında gördüklerini unutamıyordu. Bir zamanlar bir kraliçe olan o gururlu kadın, şimdi çaresiz bir denekti. Onun gözlerindeki çaresizlik, vücudundaki izler, Morgana'nın vicdanını her seferinde yeniden kanatıyordu.
Ellerinin hafifçe titrediğini hissetti ama kendini hemen toparladı. Zayıflığını göstermeyecekti. Özellikle de Ogmios'un önünde.
Morgana için bu adamın yöntemleri giderek daha tahammül edilmez bir hâl alıyordu. Gallant'ın iyiliği için onunla çalışmak zorundaydı, evet, ama bu onun yöntemlerini kabul ettiği anlamına gelmiyordu.
Jaksen, bu iki figür arasındaki sessiz gerilimi fark etti. Ogmios'un acımasız, hesapçı zekâsı ile Morgana'nın adalet dolu iradesi arasındaki çatışma, neredeyse elle tutulur bir hale gelmişti. İki ayrı yol, iki farklı gerçeklik. Jaksen'in içinde, hangi tarafa ait olduğunu bilemeyen bir boşluk büyüyordu.
Morgana, Ogmios'a kısa bir an için sert bir bakış attıktan sonra gözlerini tekrar Jaksen'e çevirdi. Ses tonu biraz daha yumuşamıştı, ama hâlâ güçlüydü. "Jaksen" dedi, ona doğru bir adım atarak. "İçindeki gücü bul. Başkalarının beklentilerini değil, kendi beklentilerini karşıla. Bu savaşta kazananlar, kendilerine inanmayı başaranlardır."
Ogmios, bu sözleri sessizce dinledi. Ancak gözlerinde beliren ince alay, onun bu düşünceye hiç katılmadığını açıkça belli ediyordu. Hafifçe başını yana çevirerek konuştu.
"Ama unutma, genç kahraman" dedi, sesi Morgana'nın sözlerini gölgelemeye çalışan bir soğukkanlılık taşıyordu, "dünyada sadece inançla zafer kazanılmaz. Zekâ ve güç… Bunlar, gerçek kazananların araçlarıdır."
Jaksen, bu iki zıt felsefenin çarpışmasını zihninde tartıyordu. Morgana'nın sözleri vicdanına dokunuyordu, ona doğru geliyordu. Ama Ogmios'un gerçekleri de inkâr edilemezdi.
Savaş, yalnızca onur ve inançla mı kazanılırdı, yoksa güç ve zekâyla mı?
Gece esintisi yüzünü okşadı. Morgana'nın adalet dolu bakışları ile Ogmios'un acımasız gerçekçiliği arasındaki fark, Jaksen'in içindeki çatışmayı daha da büyütüyordu.
Sessiz bir anın ardından, Morgana içini çekti ve bir şey söylemeden içeri yöneldi. Peşinden Ogmios da sessizce döndü, siyah cüppesi geceyle bir bütün hâline gelirken Jaksen'i balkonda yalnız bıraktılar.
Ancak Jaksen, hâlâ yerinde duruyordu. Korkuluğa yaslanmış, derin bir nefes aldı.
Gökyüzüne baktı. Bulutlar, yıldızları örtüyordu.
Bu gece, sadece bir ziyafet değildi. Bu gece, bir kararın başlangıcıydı.
Kime güveneceğini, hangi yolu seçeceğini bilmek…
İşte bu, onun en büyük sınavıydı.
Jaksen derin bir nefes daha alarak düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu ki, arkasından gelen yumuşak ama belirgin bir sesle irkildi.
"Zor bir yük taşıyorsun, genç kahraman."
Hızla arkasını döndü. Ay ışığının soluk ışığında, ona doğru yaklaşan figürü seçti. Zarif ama tehditkâr bir varlık gibi. Kadının uzun, ipeksi beyaz saçları gece rüzgârında usulca dalgalanıyor, gümüş ipek elbisesi bedenini saran ince siyah işlemelerle göz kamaştırıyordu. Ama en dikkat çekici olan şey yüzünü kaplayan ince tül perdesiydi; gözlerini gizliyor, yalnızca narin ama anlamlı bir gülümsemeyle şekillenmiş dudaklarını açığa çıkarıyordu.
Kadın duraksamadan hafifçe eğildi ve zarifçe konuştu.
"Düşes Aria" dedi, sesi ipek gibi yumuşak ama keskin bir tını taşıyordu. "Larkan Düklüğü'nden. Dük Harold Larkan'ın eşi… ve bu geceki mütevazı bir misafiriniz."
Jaksen ismi duyunca farkında olmadan nefesini tuttu. Düşes Aria… Onun adını duymuştu. Larkan Düklüğü'nün gölgesinde, perde arkasından imparatorluğun nabzını tutan bir figürdü. Resmi kayıtlarda neredeyse hiç yer almıyordu, ancak onun varlığı, pek çok siyasi meselede yankılanıyordu. Nüfuzluydu. Tehlikeliydi. Ve şimdi, burada, karşısındaydı.
Hafif bir baş selamıyla karşılık verdi, ama bunu yaparken içindeki garip huzursuzluğu bastırmaya çalıştı.
"Şey… Onur duyuyorum, Düşes." Sesi biraz tereddütlüydü.
Aria, hafifçe gülümseyerek başını eğdi. "O onur bana ait, genç kahraman. Sonuçta, imparatorluğumuzu kurtaracak kişiyle konuşmak herkesin erişebileceği bir fırsat değil."
Bu sözler Jaksen'in içinde bir huzursuzluk yarattı. İmparatorluğu kurtaracak kişi mi? Bu kelimeler, sanki üzerine ağır bir zincir gibi kapanıyordu.
Düşes, yavaş adımlarla balkona ilerledi ve ellerini korkuluğa koyarak geceye baktı. Altındaki şehir, sayısız ışık hüzmesiyle parıldıyordu.
"Helios…" diye fısıldadı, sesi uzak bir yankı gibi süzüldü havaya. "Ne kadar muhteşem bir şehir, değil mi?"
Sesi sanki bir anıya dalmış gibiydi, ama Jaksen bunun bir soru olduğunu biliyordu. Yutkundu ve gözlerini şehir siluetine çevirdi.
"Evet… Gerçekten muhteşem." Ama kelimeler onun için yeterli değildi.
Aria hafif bir kahkaha attı, ancak bu kahkaha içinde garip bir melankoli taşıyordu. Başını hafifçe yana eğerek Jaksen'e döndü.
"Ama bir şehir, yalnızca taşlardan ve ışıklardan ibaret değildir." Bakışlarını ona sabitleyerek devam etti. "Onu ayakta tutan, halkının inancıdır. Tıpkı senin gibi, Jaksen. Onların umudu, sadece senin güçlü olmandan ibaret değil. Sana inanmak istiyorlar."
Bu sözler Jaksen'in içindeki baskıyı daha da artırdı. Aria, tereddütünü fark etmiş olmalıydı, çünkü ona doğru bir adım attı.
"Ama unutma" diye devam etti, sesi şimdi daha yumuşaktı, "bu inanç aynı zamanda bir yük. Eğer bu yükü taşıyamazsan, seni ezebilir. Söylesene, genç kahraman… Bu yükü gerçekten taşımak istiyor musun?"
Jaksen bir an sessiz kaldı. İçinde bir düğüm vardı. Bu kelimeler, onun en derin korkularını dile getiriyordu. Bu yükü taşımak istiyor muydu gerçekten?
Gözlerini yere dikti. "Ben… Bilmiyorum" diye itiraf etti.
Aria hafifçe başını eğdi ve gülümsedi. Gülümsemesi şefkatli miydi, yoksa bir bilmece mi barındırıyordu, Jaksen emin olamadı.
"Bu sorunun cevabını bulmak zorunda değilsin. Henüz değil." Elleriyle ince tülünü hafifçe düzeltti. "Her savaş yalnızca kılıçlarla kazanılmaz. Zihin ve ruh, bir savaşçının en güçlü silahıdır."
Aria konuşmasını tamamladıktan sonra bir süre sessizce Jaksen'i izledi. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hem merak hem de bir planın işaretleri.
Sonunda hafifçe başını sallayarak geri çekildi. "Belki de seninle daha fazla konuşmalıyız" dedi, sesi hâlâ aynı sükunetle yankılanıyordu. "Ama bu gece yeterince kafan karışık gibi… Müsaadenle önce ben ayrılacağım, İmparatorluğun Kurtarıcısı."
Son kelimeleri, Jaksen'in içinde yankılandı. İmparatorluğun Kurtarıcısı.
Kadın, zarif bir hareketle selam verip arkasını döndü. Elbisesinin ipeksi kumaşı, gecenin içinde yankılanan fısıltılar gibi dalgalandı. Geldiği gibi, sessizce uzaklaştı.
Balkonda yalnız kalan Jaksen, korkuluğa yaslanarak derin bir nefes aldı. Düşes Aria…
Onun söyledikleri, sanki bir kehanet gibi zihninde çınlıyordu.
"Bu yükü taşımak istiyor musun?"
Şehir ışıklarına baktı, ama artık o ışıklar eskisi kadar parlak gelmiyordu.
Balkondaki kısa süreli düşüncelerinin ardından, Jaksen derin bir nefes alarak tekrar salona döndü. Ancak artık her şey, zihnindeki karmaşanın bir yansıması gibi, daha soluk ve daha ağır görünüyordu. Işıkların parlaklığı azalmış, gülüşmeler ve sohbetler daha yumuşak bir fısıltıya dönüşmüştü. Asiller, yavaş yavaş salonu terk ediyor; ihtişamlı giysiler ve süslü ifadeler, yerini yorgun ama tatmin olmuş yüzlere bırakıyordu.
Jaksen, ağır adımlarla kalabalığın arasından geçerken, kendini bu dünyaya ait olmayan bir yabancı gibi hissediyordu. Düşünceleri, balkonda bıraktığı karmaşanın etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Düşes Aria… O kadın, söylediği her kelimeyle zihninde yeni sorular uyandırmıştı. Amacı ne olabilir?
Kalabalığın içinde, tanıdık bir ses düşüncelerini böldü.
"Jaksen."
Rona'nın hafif ama kararlı sesi, zihnindeki ağırlığı biraz da olsa hafifletti. Yaklaşırken gözlerinde sıcak ama sorgulayıcı bir bakış vardı. Yavaşça elini Jaksen'in omzuna koydu.
"Geceyi burada bitirsek iyi olur. Sabah seni bekleyen eğitim dolu uzun bir gün var" dedi, sesi yorgun ama temkinliydi.
Jaksen başını hafifçe eğerek onayladı. Ancak gözleri, bir an için Rona'nın gözlerine takıldı. Onun gülümsemesindeki sakinlik, Jaksen'e garip bir huzur veriyordu. Yine de içinde, Aria'nın bıraktığı gölge hâlâ dolanıyordu.
Rona, Jaksen'in tereddüdünü fark etmiş gibi bir adım daha yaklaştı. "Bir şey mi düşünüyorsun?" diye sordu, sesi bu kez daha yumuşaktı. Gözleri, bir arkadaşın endişesini taşıyordu.
Jaksen bir an duraksadı, ardından sessizce konuştu.
"Balkonda biriyle konuştum… Düşes Aria."
Bu ismi söylerken sesi hâlâ belirsizlik taşıyordu.
Rona'nın kaşları hafifçe çatıldı, ama yüzündeki ifade hemen tekrar nötr bir hal aldı. "Düşes Aria mı?" diye sordu, sanki bu isim ona bir şeyler hatırlatıyormuş gibi.
"Evet" dedi Jaksen. "Bana… enteresan şeyler söyledi. Sanki beni çözmeye çalışıyor gibiydi."
Rona, kısa bir süre sessiz kaldı, düşüncelerini toparlıyormuş gibiydi. Ardından hafif bir gülümsemeyle konuştu.
"Düşes Aria, sıradan bir insan değildir, Jaksen. Onunla konuştuysan, kesinlikle bir amacı vardır. Ama unutma, burada asıl önemli olan senin nasıl hissettiğin ve düşündüğün. Bu tür figürlerin söylediklerini hemen doğru kabul etme. Kendi yolunu bulman gerek."
Jaksen, Rona'nın bu sözlerini düşündü. Aria'nın etkileyici varlığı ve söyledikleri, onun zihninde bir yer edinmişti. Ama Rona'nın açıklığı, ona garip bir güven duygusu veriyordu.
"Teşekkür ederim" dedi Jaksen, Rona'nın gözlerine bakarak. Sözleri samimiydi.
Bu basit ama güçlü teşekkür, Rona'nın yüzündeki gülümsemeyi daha belirgin hale getirdi.
"Haydi" dedi Rona, elini hafifçe Jaksen'in sırtına koyarak. "Dinlenmelisin. Yarın senin için uzun ve zorlu bir gün olacak."
Jaksen derin bir nefes alarak onun peşinden salonun çıkışına yöneldi. Rona, onun sessizliğini fark etmiş gibiydi ama bu sessizliği bozmadı. İkisi ağır adımlarla salonu terk ederken, Jaksen için bu gece sona eriyordu. Ama zihnindeki sorular ve hissettiği ağırlık, gecenin sessizliğiyle beraber onunla kalmaya devam edecekti.
Tam odasına varmak üzereyken, duraksadı. Aria'nın sesi hâlâ zihninde yankılanıyordu. "Bu yükü taşımak istiyor musun?"
Gözlerini kısa süreyle kapattı, derin bir nefes aldı ve kendi kendine mırıldandı:
"Yarınki eğitimler yoğun olacak. Dinlenmem lazım. Bu soruya daha sonra bir cevap bulacağım…"
Ve adımlarını hızlandırarak odasına doğru ilerledi.