Chapter 31: Bölüm 31 - Gölgedeki Ayna
Larkan Şatosu'nun devasa taş kapıları, ağır bir gıcırtıyla açıldığında, Morgana ve Jaksen içerideki sıcak ama boğucu havayı hemen hissettiler. Kuzeyin sert soğuklarıyla karşılaştırıldığında burası, neredeyse rahatsız edici derecede sıcaktı.
Jaksen, farkında olmadan omzundaki pelerini biraz gevşetti. Lejyonda geçirdiği günlerden beri sıcaklığa alışkındı, ancak buradaki hava farklıydı. Havasız, ağır ve rahatsız edici. Sanki duvarlar bile bu havanın baskısını taşıyordu.
Şölen salonunu aydınlatan meşalelerin titrek ışıkları, yüksek taş duvarlara uzun gölgeler düşürüyor, geniş ahşap masaların üzerindeki yiyeceklerden yükselen keskin kokular havayı daha da ağırlaştırıyordu. Tütsülenmiş etin ve sıcak şarabın kokusu birbirine karışıyor, kuzeylilerin yemek alışkanlıklarını yansıtıyordu. Jaksen, etrafına bakarken kuzeyde ilk defa bu kadar soylu ve düzenli bir ortamda bulunduğunu fark etti.
Yüksek tavanın gölgesinde devasa demir avizeler asılıydı, içlerindeki mumlar salonu soluk bir altın rengine boyuyordu. Uzun taş duvarları, savaş sahnelerini betimleyen işlemeli halılar süslüyordu. Larkan'ın tarihini anlatan bu imgeler, kuzeyin savaşçı ruhunu açığa çıkarıyordu. Jaksen'in gözleri, bu halılardaki sahnelere kaydı. Lejyonların kuzeye akını, canavar ordularıyla yapılan savaşlar, Elnar duvarını inşa eden işçiler… Renoire'nin geçmişi bile burada birer motif olarak işlenmişti.
Salonun içinde onlarca insan vardı. Şövalyeler, muhafızlar ve soylular, gözlerini içeri giren Morgana ve beraberindekilere çevirmişti. Ama en dikkat çekeni, Jaksen'in üzerindeki bakışlardı. Onun rütbesi düşük olsa bile, Morgana'nın yanında yürümesi dikkat çekiyordu. Jaksen, bu bakışları umursamamaya çalışarak ilerledi. Ancak içindeki rahatsızlık hissi, hafif bir baskıya dönüşüyordu. Sanki burada ait olmadığı bir yerdeymiş gibi.
Larkan halkı, güneylilere güvenmezdi.
Jaksen, Morgana hakkında fısıltılar duyuyordu. İmparatorluğun en güçlü generallerinden biri… Aynı zamanda en tehlikelisi. Bir fırtına gibi ilerleyen lejyonları, önüne çıkan her şeyi ezip geçen bir savaş makinesi. Ancak o, Morgana'yı savaş meydanında görmüştü. Soğukkanlıydı. Ölçülüydü. Düşünerek hareket ederdi. Ama şimdi… Jaksen onun duruşundaki hafif bir gerilimi fark etti.
Morgana bir an bile tökezlememişti, ama buraya girerken… Küçük bir tereddüt mü etti? Belki de bu sadece Jaksen'in hayal gücüydü. Belki de değil.
Salonun sonunda, uzun ahşap bir masa yer alıyordu. Dük Harold ve Düşes Aria, masanın başında oturuyordu.
Harold, tipik bir kuzey savaşçısıydı. Geniş omuzları ve sert çene hattıyla, savaş meydanlarında pişmiş bir adam olduğu belliydi.
Derin yaralarla süslenmiş yüzü, yılların acımasızlığını taşıyordu. Ancak gözlerinde politik bir keskinlik yoktu. O, kılıcıyla hükmetmeyi bilen bir adamdı, kelimelerle değil.
Jaksen'in dikkatini çeken şey ise Aria oldu.
Düşes Aria.
İlk defa onu gerçekten görebiliyordu. Önceden balkonda karanlık bir siluet gibi kalmıştı ama şimdi, ışıkların altında karşısında duruyordu. Yüzünü örten ince tül, onu çevresinden ayıran bir perde gibiydi. Sessizliği, dikkatli duruşu ve asaletle dolu aurası, onun yalnızca bir soyludan fazlası olduğunu hissettiriyordu.
Ancak hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Geçmişi bir sırdı. Morgana'nın kulağına bu kadın hakkında ulaşan bilgiler neredeyse yok denecek kadar azdı.
Ama Jaksen, onun ne kadar tehlikeli olabileceğini içgüdüsel olarak hissediyordu.
İlk karşılaşmalarındaki o kısa konuşma zihnine kazınmıştı. O zaman bile, Aria'nın basit bir soylu olmadığını anlamıştı. Ancak şimdi… tülün ardından gelen bakışları, çok daha tehditkâr ve gizemli hissettiriyordu. Kadının gözlerinin kendisine çevrili olduğunu hissedebiliyordu, ama bakışlarından hiçbir şey belli etmiyordu.
Jaksen içgüdüsel olarak, bir savaş alanında düşmanla karşılaşmadan önce duyduğu o tanıdık gerginliği hissetti.
Aria'nın duruşunda tuhaf bir şey vardı. Gölge gibi, ama varlığını hissettiren bir gölge.
Ancak Jaksen, düşüncelerini bir kenara bırakarak Morgana'yı izledi. Morgana duraksamadan ilerledi. Subayları arkasında kalırken, kendisi doğrudan Dük Harold'a yaklaştı.
Kurallar gereği, önce ev sahibi olan Harold konuşmalıydı.
Dük Harold, güçlü sesiyle konuşmaya başladı.
"General Morgana, Larkan'a hoş geldiniz. Kuzeyin misafirperverliği adına, burada güvenlik içinde olacaksınız."
Kaba ama saygılıydı. Ancak konuşmalarında bir resmiyet eksikliği vardı. Harold, politikanın inceliklerine hâkim biri değildi. O, konuşarak değil, savaşarak hükmeden bir adamdı.
Morgana, hafifçe başını eğerek karşılık verdi.
"Dük Harold, misafirperverliğiniz için teşekkür ederim. Larkan'ın gücü ve disiplini yıllardır İmparatorluğun kuzeyini koruyor. Burada bulunmak benim için bir şereftir."
Sesi, mükemmel bir soğukkanlılıkla çıkmıştı. Ne fazla saygılı ne de fazla mesafeli. Harold'ın tavrına uygun bir ton seçmişti.
Jaksen, Morgana'nın bu kadar kontrollü oluşuna hayranlıkla baktı. Ancak yine de bu kadının düşüncelerini asla tam olarak anlayamayacağını fark etti.
Dük Harold, Morgana'nın sözlerini onaylarcasına başını salladı. Ancak politik konuşmalarla pek ilgilenmediği belliydi. Onun için en önemli mesele, Morgana'nın kuzeyde ne yapacağıydı. Sadece bir selamlamayla yetinmeyecekti.
"Umarım kuzeydeki meselelerinizi kısa sürede halledersiniz. Larkan, kendi sınırları içinde huzuru koruyacak kadar güçlüdür, ancak lejyonunuzun buradaki varlığı halkım arasında endişe yaratabilir."
Bu, doğrudan bir mesajdı. Kuzey, güneylilere güvenmezdi. Morgana, bunu yıllardır biliyordu. Harold doğrudan savaş istemese de ordusunun burada uzun süre kalmasını istemediği açıktı.
Morgana, hafif bir gülümsemeyle konuştu.
"Lejyonum yalnızca geçici olarak burada, Dük Harold. Amacımız, Renoire'de ki tehditler hakkında istihbarat toplayarak Renoire isyancılarını en kısa sürede bastırarak geri çekileceğiz. Elbette Larkan halkının güvenliğini riske atacak hiçbir harekette bulunmayacağız."
Jaksen, Morgana'nın ne kadar dikkatli ve stratejik biri olduğunu bir kez daha anladı. Hiçbir sözünü boşa harcamıyordu.
Dük Harold kısa bir an düşündü, sonra başını salladı.
"Bunu duymak memnuniyet verici."
Ancak o an bakışlarını Jaksen'e çevirdi.
"Sanırım yanınızda getirdiğiniz genç adamı tanıtmadınız."
Morgana, bu soruyu bekliyormuş gibi başını hafifçe çevirdi.
"Elbette, Dük Harold" dedi Morgana, sesi her zamanki gibi sert ve otoriterdi. Bir adım geri çekildi ve Jaksen'in yanına yaklaştı. "Bu genç adam, İmparatorluğun kahramanı, Jaksen."
Salon bir anda sessizliğe gömüldü.
O ana kadar Jaksen sadece Morgana'nın yanında sessizce duran biri olarak görülmüştü. Ancak Morgana'nın onu tanıtmasıyla birlikte atmosfer tamamen değişti. İnsanların bakışları önce merak, sonra dikkat ve hatta hayranlıkla doldu.
İmparatorluğun kahramanı.
Bu kelime, Larkan'ın ağır taş duvarları arasında yankılandı.
Jaksen, insanların ona nasıl baktığını gördü. Önceki şüpheli bakışlar, şimdi başka bir şeye dönüşmüştü. Bazıları saygı dolu, bazıları ise sorgulayıcıydı. Ancak herkes, artık onun kim olduğunu biliyordu.
Dük Harold, kollarını göğsünde kavuşturarak Jaksen'i süzdü. Adamın gözlerinde savaş meydanına alışkın birinin bakışı vardı. Ağırlık ölçer gibi. Jaksen'in ellerini, duruşunu, nefesini bile inceliyor gibiydi.
"Demek başka dünyadan çağırılan Gallant'ın kahramanı…" diye mırıldandı. "Hakkınızda pek çok şey duydum, ama bir savaşçının gerçek değerini yalnızca bir başka savaşçının gözleri görebilir."
Jaksen, adamın niyetini anlamıştı. Harold, onun yeteneklerini görmek istiyordu. Kuzeyde, kelimeler değil, eylemler konuşurdu.
Ancak tam o anda, bir hareket Jaksen'in dikkatini çekti.
Aria, zarif bir şekilde elini kaldırarak hafifçe konuştu.
"Kocacım" dedi yumuşak ama kesin bir sesle. "Bunun ne yeri ne de zamanı."
Tülünün ardındaki gözlerini, Jaksen'in üzerinde gezdirdi. Ne düşündüğünü anlamak zordu ama sesinde belirgin bir otorite vardı. Salondaki diğer herkes gibi Harold da duraksadı. Aria'nın sözleri ağırdı ve salonun üzerindeki sessizliği daha da kalınlaştırdı.
Dük Harold, canı sıkılmış şekilde dişlerini sıkar gibi bir an durdu ama sonunda başını sallayarak geri çekildi. "Belki başka bir zaman görebiliriz, genç kahraman." dedi, ancak sesinde hafif bir memnuniyetsizlik vardı.
Aria, Jaksen'e bir anlık bakış attı. Önceki karşılaşmalarından farklıydı bu. Şimdi göz göze duruyorlardı. Jaksen, kadının onu incelediğini hissediyordu. Ama Aria'nın yüzünde ne bir tehdit ne de bir açıklık vardı. Sadece… sessizlik.
Aria, hafifçe gülümsedi ve sessizliğine geri döndü.
Dük Harold'ın yüzündeki memnuniyetsiz ifade hâlâ silinmemişti. Kuzey'in savaşçı halkı, bir adamın gücünü kelimelerle değil, bizzat gözleriyle görmek isterdi. Ancak Aria'nın araya girişi, bu isteği bastırmıştı. Yine de Harold, içten içe bu "kahramanı" bir gün kendi gözleriyle sınayacağından emindi. Konuşmalar burada sona ermeden önce Harold'ın aklına takılan başka bir şey vardı.
Güneydeki savaşlardan gelen haberler.
"General, bir şey soracağım."
Morgana gözlerini hafifçe kıstı.
"Buyurun, Dük Harold."
Harold hafifçe koltuğunda geriye yaslandı.
"Güneydeki bu isyancı hakkında neler biliyorsunuz? Onun adı… neydi?"
Bir anlık sessizlik kapladı tüm salonu. Ve o anda, Jaksen Morgana'nın omuzlarının hafifçe gerildiğini fark etti.
Bu isim… Aries.
Morgana, bu soruyu beklemiyordu. Ancak şaşırmamıştı da. Elbette kuzeyde Aries hakkında bir şeyler duyulmuş olmalıydı ancak kuzeyle batı bölgesi arasında binlerce kilometre vardı. Adamın batı bölgesini bile güney olarak görmesi durum hakkındaki bilgisizliğini açıklıyordu.
Ancak Harold'ın gözlerinde gördüğü şey, meraktan çok, belirsizlikti. Aries'in adını yeni duymuş gibiydi.
Demek ki kuzey, henüz gerçeği tam anlamıyla bilmiyordu. Morgana, dikkatlice Harold'a baktı. Bu bilgi avantajını kullanmalı mıydı? Yüzüne hiçbir duygu yansıtmadan sakin ve ölçülü bir şekilde konuştu.
"Onun adı Aries. Güney batı'da büyük yıkımlara sebep oldu. İmparatorluk için büyük bir tehdit. Ancak kuzeyde onun varlığı pek hissedilmediği için, ismi burada fazla bilinmiyor olabilir."
Harold başını hafifçe eğdi. "Argus ve Ogmios gibi figürlere rağmen imparatorluk bile onu durduramadı mı?"
Morgana, bu soru karşısında kısa bir sessizlik yaşadı. Gerçek buydu. İmparatorluk, Aries'i henüz durduramamıştı. Ancak bunu kabul etmek, bir general olarak onun için zayıflık göstergesi olurdu.
Bu yüzden, kelimelerini dikkatle seçti.
"Aries, yalnızca güçlü biri değil, aynı zamanda çok dikkatli bir stratejist. Ancak her isyancı gibi, onun da bir sonu olacak. Ordusu kısa bir süre önce Dük Miriam tarafından yenilgiye uğratıldı bile."
Bu, politik ve Miria'daki zafer haberiyle bir nebzede olsa imparatorluğun onurunu koruyan bir cevaptı.
Harold kısa bir an düşündü. Aries adı ona fazla bir şey ifade etmiyordu. Kuzeyde yaşayanlar için, güneydeki savaşlar yalnızca uzak masallar gibiydi.
Ancak Larkan için asıl mesele bu adamın kuzeye gelip gelmeyeceğiydi.
Harold içini çekti. "Umarım öyledir."
Dük Harold, kısa bir sessizliğin ardından başını sallayarak konuyu kapattı. Aries'in ismi kuzeyde büyük yankılar uyandırmamıştı, ancak bu adamın gücünü küçümseme hatasına da düşmeyecekti.
Morgana, ortamın gerilen havasını dağıtmak için konuşmaya devam etti.
"Dük Harold, kuzeyin dirayetini ve disiplinini hep takdir etmişimdir. Siz de bilirsiniz ki, Gallant İmparatorluğu her zaman Larkan'ın gücüne ve sadakatine güvenmiştir. Bu ittifakın devamlılığı, hepimizin çıkarınadır."
Harold, başını salladı. "Öyle olmasını umuyorum, General Morgana. Ama güven, kazanılması gereken bir şeydir."
Morgana, onun sözlerinin ardındaki imayı anlamıştı. Larkan, imparatorluğa hizmet ediyor gibi görünse de gerçekte kendi güvenliğini her şeyin üstünde tutuyordu. Dük Harold'ın kuzeyi, güneyin politik oyunlarından uzak tutmaya çalıştığı açıktı.
Tam bu sırada Aria hafifçe başını kaldırarak salonun hizmetkârlarına işaret etti.
"Görüşmemizi yemekle devam ettirelim," dedi. Sesi, sanki az önceki gerilimi tamamen yok sayıyormuş gibi sakindi. "Yolculuğunuz uzun sürdü, eminim ki açsınızdır."
Ve o an, Morgana'nın dikkatini çeken asıl şey gerçekleşti. Aria hafifçe başını kaldırdı ve mor bir ışıltı fark etti. Morgana'nın gözleri anında ona çevrildi. Tülünün ardındaki yüzü hâlâ gizliydi ancak bir çift mor ışıltı fark etmişti.
Kadının gizlenmiş yüzü ifadesizdi, ancak Morgana, Aries'in isminin anılmasıyla birlikte kadının vücudundaki o belli belirsiz gerilimi hissetmişti. Ancak yine de sessizliğini koruması merakını cezbetmişti. Morgana, o an içgüdüsel olarak bir şeyden emin oldu. Bu kadın… sıradan biri değildi.
Bu, bir tesadüf müydü?
Dük Harold, kısa bir sessizliğin ardından elini kaldırdı. "Görüşmemizi yemekle devam ettirelim. Yolculuğunuz uzun sürdü, eminim ki açsınızdır."
Birkaç hizmetkâr hızla masaya tabakları ve içkileri yerleştirmeye başladı. Masada en başta Dük Harold ve hemen yanında Aria oturuyordu. Morgana, Harold'ın karşısındaki sandalyeye davet edildi. Jaksen ise Morgana'nın hemen yanına oturtuldu. Subayları daha arkada, soyluların oturduğu bölümde yerlerini aldı.
Morgana, masaya oturmadan önce Aria'ya dikkatlice baktı. Kadının bedeni uzun siyah bir elbisenin içinde zarif ama mesafeliydi. Yüzünü gizleyen tül, hâlâ sırrını koruyordu. Ancak Jaksen, ilk kez bu kadar yakından oturduğu bu kadını daha dikkatlice inceleyebiliyordu.
Yemek başladığında, Dük Harold birkaç kadeh içtikten sonra konuşmaya başladı.
"Güneydeki savaşlar hakkında birçok şey duyuyoruz, General" dedi. "Ancak burada işler biraz daha… istikrarlı. Umarım bu böyle kalır."
Morgana, Harold'ın sesindeki şüpheyi sezdi. "Bizim de dileğimiz bu, Dük Harold. Ancak istikrar, korunmadıkça uzun süre devam edemez."
Harold, kadehini kaldırıp bir yudum aldı. "Buna katılıyorum. Ama burada, kuzeyde, istikrarı korumanın yolu basittir: Savaş meydanında kazanılan zaferler. Ne kadar güçlü olursanız olun, düşmanınız sizin korktuğunuzdan daha cesur olursa, kaybedersiniz."
Jaksen, Harold'ın bu kadar doğrudan konuşmasına şaşırmıştı. Gözlerini Morgana'ya çevirdi, ama Morgana sakindi. Kuzeylilerle nasıl konuşulması gerektiğini biliyordu.
"Ve sanırım bu yüzden, yanınızda bir kahraman getirdiniz" dedi Harold, Jaksen'e dönerek.
Salondaki konuşmalar hafifçe azaldı. İnsanlar, Harold'ın Jaksen'e olan ilgisini fark etmişti.
"Doğru mu duydum, genç adam?" dedi Harold. "Sen, gerçekten de bir kahraman mısın?"
Jaksen, bir an ne diyeceğini bilemedi. Daha önce bu kadar doğrudan böyle bir soru yöneltilmemişti. Ama Morgana'nın ona güvenerek tanıtım yapmış olması, onun da bu güveni sürdürmesini gerektiriyordu.
Sakin ama kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Ben yalnızca İmparatorluğa hizmet ediyorum, Dük Harold."
Harold kısa bir kahkaha attı. "Ah, ne mütevazı kahraman!" Kadehini kaldırıp bir yudum daha aldı. "Bunu sevdim. Ama unutmamalısın, bazen bir kahramanın en büyük silahı yalnızca kılıcı değildir. İnsanlar seni bir kurtarıcı olarak görmek istiyorsa, onları hayal kırıklığına uğratmamalısın."
Aria, konuşmaları sessizce dinliyordu. Şarabından küçük bir yudum aldı, sonra Jaksen'e dönerek yumuşak bir sesle konuştu.
"İmparatorluğun kahramanı olmak ağır bir yük, değil mi?" dedi. "İnsanların seni nasıl gördüğünü değiştiremezsin. Ama onların görmek istediklerini değiştirebilirsin."
Jaksen, Aria'nın sözleri karşısında bir an tereddüt etti. Kadının sesi, tıpkı balkondaki gece gibi, yumuşak ama düşündürücüydü.
O sırada, salondaki hizmetkârlardan biri, Aria'nın yanına yaklaşarak hafifçe eğildi.
"Düşes" dedi alçak bir sesle. "Tülü kaldırabilir miyim?"
Bu sözler, Morgana'nın içinden bir soğuk rüzgâr gibi geçti.
Tülü kaldırmak.
Bu, kuzeyli ailelerde görülen bir soyluluk geleneğiydi. Kadınlar, özellikle de soylu kadınlar, resmî toplantılarda yüzlerini gizleyen bir tül takardı. Ancak yemek sırasında tülü kaldırmak, saygı gereği yapılması gereken bir şeydi.
Ve Aria da bunu yapmak üzereydi.
Morgana'nın tüm vücudu aniden gerildi. Gözleri, Aria'nın ellerine kilitlendi.
Kadının zarif parmakları, ince tülün kenarına dokundu. Yavaşça, dikkatlice kaldırdı. Sanki bir perde açılıyor, Morgana'nın önünde bir sır ortaya çıkıyordu.
Ve sonra kadının yüzünü gördü.
Jaksen de gördü.
Ve Morgana bir an için nefes almayı unuttu.
Bu… imkânsızdı.